Gençlere değer katacak içeriklere Google Haberler'den abone olmak ister misiniz?.Google Haberlere Abone Ol. Gençliğe değer katma arzusuyla..
Bu yazımda sizlere tarihsel araştırmalarında damga vurmuş olan Annales Okulu(ekolü)’nün Tarih yazılımını inceleyeceğiz. İlk başta Annales okuluna geçmeden önce neden tarihsel araştırmalara gerek duyulmuş? Tarih yazılımında ne gibi değişikler olmuş? Bu sorulara cevaben sizleri batı dünyasının 19.yüzyıl dönemine götüreceğim. Burada tam olarak Klasik historizm’i göreceğiz. Tarih araştırmalarını profesyonel disipline indirgenmiş bir süreç vardır. Genel olarak tarihsel araştırma, yazma ve düşünce yönetimini farklılaştıran köklü bir değişim gerçekleşti. O zamana değin, tarih yazmanın iki başat geleneği yaygındı. Birinin temel özelliği eğitimli ve antik, ikincisinin ise edebi olması idi. Ancak bu iki durumu birleştiren 18.yüzyılda İngiliz tarihçiler vardı. Bunlar, Gibbon, Hume ve Robertson idi. Tarihsel araştırmalar bazen bilim olmuş, bazen laboratuvarda incelenmesi gerektiği vurgulanmış bazen de klasik tarih anlayış yani geleneksel tarih araştırması olmuştur. Ama diyebiliriz ki, 19.yüzyılda tarih biliminde görülen muazzam yükseliş, siyasal ve toplumsal ortam ile çok yakından ilişkiliydi. Yalnız Almanya’da değil, Fransa’da da tarihsel araştırmalar devletin finanse ettiği üniversiteler ve enstitülerde yürütüldü.
Tarih yazılımı için şunu söylemek gerekir ki, Tarih araştırmaları 19.yüzyılda önemli gözükmüş ve sosyal bilime olan hassasiyet ortaya çıkmıştır. 19.yüzyılda daha yeni devlet kuran İtalya ve Almanya için ve Balkanlardaki siyasi birliğini kazanmış ülkeleri de ele alırsak bu tarih yazılımı onlar için önemliydi. Bu tarih yazılımı genelde siyaset araştırmalar olsa da bugünkü yazıda Annales okulunun siyaset tarihini bir rafa kaldırıp daha çok insanı merkeze alan, sorun odaklı sosyal tarihi ön planda tutmuşlardır.
Fransa’da Bir Devrim: Annales Okulu(Ekolü)
Sosyal bilimlerinin Annales Okulu, Annales dergisi çevresinde toplanan Fransız Annales ekolü tarihçileri, 20.yüzyılda muhteşem çalışmalarıyla adlarından söz ettiler. Annales tarihçileri bir yandan bütün diğer sosyal-bilim tarihçilerin, tarihe bilimsel yaklaşabileceğini bir yandan ise bu yaklaşımlarının sınırlı ölçüde olabileceğini farkındadırlar. Seksen yılı aşkın bir zaman içinde, tarihin neyi oluşturduğu ya da kimin yaptığına ilişkin kavramları büyük ölçüde değiştirmişlerdir. 19. ve 20. yüzyıldaki çoğu tarihçilerden çok farklı olarak tarihsel zaman kavrayışından bahsetmişlerdir. Ranke’den Marx’a ve Weber’e ve onlardan sonra gelen Amerikan sosyal bilimci-yönelimli tarihçiler, sözcüğün gerçek anlamıyla bütün tarihçiler, tarihi sabit açıklamalar yaparak; tarih geçmişten geleceğe doğru ilerleyen, tek boyutlu bir zaman olarak görmüştü. Annales tarihçileri, zamanın göreceliğinin ve çok katmanlığının altını çizerek, bu kavrayışı kökünden değiştirdiler.
Annales tarihçileri, sık sık böyle tanımlanmış olmalarına karşın, bir ‘’ekol’’ü değil, daha ziyade tarihsel araştırmalarda yeni yöntemler ve yaklaşımlara açıklık objektiflik yaklaşım da diyebiliriz, böyle bir tarihin ruhunu temizlemek adına böyle anılması gerektiğini söylemişlerdir. Bu çevrede toplanan bilim insanlarının yayınları çok farklı ilgi ve yaklaşımları yansıtır. Açık bir tarih kuramı ve felsefe formüle etmemişlerdir; araştırma kuramsal düşünceyi öncelik taşımıştır. Yine de tarihsel yazıları kuramsal varsayımları yansıtır. Annales bir ekol olarak kabul etmeyen tarihçiler 2.Dünya Savaşı’nın sonundan bu yana sağlam bir kuramsal temele sahip olmuştur.
Lucien Febvre ve Marc Bloch Tarih Araştırmaları ve Annales Tarihçileri
Annales okulunun kurucularından olan Lucien Febvre ve Marc Bloch ilk çalışmalarından bu yana, kullanılan dilde ve kavramlarda süreklilik vardır. Febvre’nin eseri olan ‘’Franche-Comte’’ konusu itibariyle tarih bilimin geçişini bahsetmiş ve o noktaya değin çok önemli konular olan (devlet, ayrıca ekonomi, din, hukuk, edebiyat ve sanatlar) özerkliğini kaybederek her şeyi kapsayan kültürün içine katılırlar. Kültür artık seçkin bir sınıfın imtiyazlı entelektüel ve estetik alanı olarak değil, daha çok bütün bir halkın yaşamını sürdürme tarzı olarak anlaşılır. 1908 ve 1909’da Leipzig ve Berlin’de çalışan Febvre ve Bloch, Almanya’da yürütülen toplumsal ve ekonomik tarih çalışmalarını yakından takip ettiler. Almanya’da tarih araştırmalarında daha çok konu olan ekonomik ve toplumsal tarih yönetsel ve yapısal yönler üzerine odaklanırken, Lamprecht ve Febvre özgül bir coğrafi, kültürel bölgedeki, toplumsal ekonomik ve siyasi yapılar ile düşünce ve davranış kalıpları arasındaki sıkı bağlarla ilgileniyordu.
Annales Okulunun entelektüel temelleri, Febvre ve Bloch tarafından dergiyi kurmalarından çok önce atılmıştı. Annales hiçbir dönemde katı bir biçimde tanımlanmış bir doktrin olmadı. Başlangıçta, ‘’Annales d’historie êconomique et sociale’’ adını aldı. 1946’dan sonra, derginin disiplinler arası niteliğini daha güçlü vurgulamak amacıyla, ismi ‘’Annales Economies Societes Civilisations’’ olarak değiştirildi. Annales tarihçilerine göre tarih, insanı inceleyen bilimler arasında merkezi olmakla birlikte, klasik historizmden farklı bir rol oynuyordu. Klasik historisizm devleti, toplumun ve kültürün diğer yönlerinin bağımlı olduğu anahtar kurum konumunda yükseltirken, Annales tarihçileri geleneksel disiplinleri beşeri bilimlere eklemek üzere, bu disiplinler arasındaki sınırları kaldırdılar. Tarihsel araştırmaları çoğul bir şekilde her yönden incelenmesi gerektiğini vurgulamışlardır. Ranke’nin parçalı veya Droysen’in sistematik dogmatik bildirilerini takip etmeyen Annales Okulu, Bloch’un 1940’da cephede karaladığı notlardan oluşan ‘’The Historian’s Craft(Tarihçilik Zanaatı)’’ adlı yapıtı da dâhil olmak üzere, hiçbir yerde bir tarih ya da tarih yazılımı kuramı formüle etmedi. Bloch ve Febvre’in derginin ilk sayısının sunuşunda açıkladıkları gibi, Annales’in amacı, çeşitli yönelimler ve yeni yaklaşımlar için bir forum oluşturmaktı.
Annales Okulunda belirgin hiçbir ortak siyasal, payda bulmak mümkün değildir. Dergiye katkıda bulunanlar ağırlıklı olarak cumhuriyetçiler ve Fransız yurtseverleriydi, ama Alman ulusal amaçlarının ve İmparatorluk Almanya’sının siyasal ve toplumsal kurumlarının meşrulaştırılmasını araştırmalarının birincil görevi olarak gören çoğu Alman tarihçisine göre daha çok az ideolojiktiler. March Bloch’un ölümü Yahudi asıllı olduğundan dolayı 1944’te Almanlar tarafından bir direnişçi olarak işkence görüp idam edilmiştir. Bu da Almanya siyasi yapısının faşist ve Nazi uygulamasından dolayı onun inancı büyük ölçüde etkilemiştir. Konumuza gelecek olursak, Annales’in rolü, Febvre ve Bloch, sırayla 1933 ve 1936’da Paris’e çağırılmadan önce Strasbourg Üniversitesi’ndeydiler ve Seignobos ve Sorbonne’daki geleneksel siyasal tarihçilerle olan çatışmalarını buradan yürütmüşlerdi. Daha sonraları işler değişerek, 1930’larda bir ölçüde marjinal bir konumdaydılar, ama Febvre ve Annales aslında toplumsal ve kültürel tarihe yepyeni bir ilginin kendini gösterdiği ve Bloch’un ‘’The Strange Defeat(Tuhaf Bozgun)’’ adlı yapıtında, 1940 felaketine giden yolun taşlarını döşemekle suçladığı tutumlarının eleştirel bir yeniden değerlendirmesinin hareketinin başladığı savaş ertesi dönemde kurumsallaşacaktı.
Annales’in ilk yıllarında büyük önem taşıyan ekonomi, sosyoloji ve antropoloji gibi geleneksel soysal bilimler değil, aynı zamanda dilbilim, göstergebilim, edebiyat ve sanat bilimleri ile psikanaliz de yer alacaktı. Okul, Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Konseyi’nden (CNRS) ve Amerikan vakıflarından bulduğu finansman aracılığıyla, Fransa’daki araştırmalar üzerinde çok önemli bir etki yaratmaya başardı. Bu kurumsallaşma ileride daha açık hale geldi. Çağların vermiş olduğu yenilikler sonucunda veri işleme konusunda gittikçe artan bir oranda yeni teknolojik araçları kullanılarak çeşitli araştırmalar koordine edildi, ekip çalışmalarını ortaya çıktı. Altmışlarda ve Yetmişlerde, bir yandan Fernand Braudel, Pierre Goubert, Jacques Le Goff, Georges Duby, Emmanuel Le Roy Ladurie ve Robert Mandrou’nun büyük sentezleri Annales’de çıkmaya başladı; öte yandan, çok sık olarak dışarıdan kişilere anlaşılmaz görünen bir jargon ile yazılmış son derece uzmanlaşmış katkılar da yer aldı.
Bloch, ister su değirmeni, ister karasaban olsun, teknoloji ilgilendiği zaman, belirli bir toplumdaki insanların çalışırken kullandığı gereçleri, onların düşünce ve yaşam tarzlarının anahtarı olarak görür. Göstergebilim, bir toplum ya da kültürün analizi açısından, ekonomiden çok daha önemlidir. Çünkü Bloch’un ‘’The Royal Touch’’da (1924) ve Feudal Society’de, Fevbre’in de sunduğu düşüncede, her kültür kendisini dil ve sembolizmde ifade eden anlamlardan oluşan bir sistemdir. Bloch ve Febvre’nin materyalist düşünce yapısı vardır fakat Marx’tan çok farklıdır. Marx’ın Tarih felsefesi hâlâ 19.yüzyıl tarih felsefesinin spekülatif yönlerini paylaşmaktadır.
Annales ekolünün yaklaşımlarındaki karmaşıklık ve çoğulculuk, uygulamada ciddi sıkıntılara yol açmıştır. Özellikle 2.Dünya Savaşı’ndan son otuz yıl içinde, Annales Okulunun çevresindeki birçok tarihçi güvenilir, nesnel bilgi vaat eden sosyal bilim yaklaşımlarının büyüsüne kapıldı. Braudel’in çok uzun ömürlü yapılar ve kültürün maddi temelleri üzerindeki vurgusu, bu bilimselcilikten bağımsız değildi. Bloch ve Febvre’den Le Goff, Duby ve günümüze uzanan, ağırlık sanat, folklor ve âdetler gibi kaynaklara dayanan ve bu yüzden daha hassas, nitel düşünce yöntemini teşvik eden, güvenilir bir biçimde yerleşmiş bir gelenek vardı. Bu tarihçilerin yapıtları, tarih ile edebiyat arasındaki uçurum üzerine bir köprü kurmaya yardım etti. Bu yapıtlarının güçlü Antropoloji tonu, Annales tarihyazılımının, sosyal bilim düşüncesinin büyük bölümünü karakterize eden bilimselciliğe yenik düşmesine engel oldu. Bütün tarihi boyunca Annales, bilimsel ve teknolojik beceriler üzerine inşa edilmiş bir Batı uygarlığının üstün niteliklerine olan güvenden dikkate değer ölçüde uzak kalmış olduğu gibi, sosyal bilimin kuramının büyük bir bölümü için çok merkezi nitelikteki modernizasyon kavramlarından uzak durmuştur. Tam tersine, Annales tarihçileri ağırlıklı olarak modern-öncesi dünya üzerine odaklanmışlardır. Belki de, 1970’lerden sonra sosyal bilim tarihinin temel varsayımlarının sorgulanmaya başladığı bir dönemde Annales’e karşı uluslararası düzeyde uyanan ani ilgiyi yarattığı bir Annales tarih düşüncesi gerçeği vardır.
Türkiye’de Annales Ekolü’nün Etkisi
Annales ekolünün başlangıcı olarak Fuad Köprülü öncüsü kabul edilir. Fakat Türkiye’de Annales etkisinin hangi tarihçi ya da tarihçilerle başladığı sorusu, farklı cevaplar verilmiştir. Çeşitli yerlerde, bu kapsamında ele alınan dört tarihçinin hepsi için de Annales etkisinin Türkiye’deki başlatıcısı sıfatı uygun görülmüştür. Örneğin Kayalı, Annales Okulu’ndan Türkiye’de ilk etkilenen isimler olarak Ömer Lütfi Barkan ve Mustafa Akdağ’ı işaret eder.
Kurtuluş Kayalı, “Türk sosyal bilim literatürüne Annales etkisi bir yönü itibariyle Wallerstein aracılığıyla girmiştir. Diğer yönü itibariyle de çok daha önceleri, 1950’li yılların başında, Ömer Lütfi Barkan’ın Annales hareketinin başka mensuplarından bahsetmeyip 1949 yılında kitabın yayımlanmasından hemen sonra Akdeniz Dünyası üzerine bir metin yazması suretiyle gerçekleşmiştir… Mustafa Akdağ da yazdığı metinlerde Braudel’in kitabına göndermelerde bulunmuştur.’’
Halil İnalcık ise Annales’in Türkiye’de etkisinin başlangıcı üzerinde farklı kaynaklarda farklı isimler zikreder.
Halil İnalcık, “1950’de… Londra’dan Paris’e geldim ve Braudel’in kitabını aldım; kongrede de en hararetli konuşmalar ve tartışmalar bu kitap üzerineydi. Türkiye’ye dönünce, 1950’de, Belleten’deki yazımda Braudel’den çok istifade ettim. Barkan, İktisat Fakültesi mecmuasında bir tanıtma yazısı yazdı. Braudel’in Annales tarihçiliği bu suretle Türkiye’de başlamış oldu.’’
Bu anlatıma göre, Annales Okulu’nun Türkiye’deki etkisinin başlangıcı 1950’de Ömer Lütfi Barkan’ın makalesiyle ve Braudel üzerinden olmuştur. İnalcık da hemen hemen aynı tarihlerdeki çalışmasıyla söz konusu etkiyi daha başlangıç evresinde pekiştirmiştir.
Halil İnalcık’ın ‘’Tarihçiler Kutbu’’ kitabında, “Akdağ’ın Belleten mecmuasında Osmanlı devletinin ekonomik tarihi üzerine uzunca iki makalesi çıkmıştı. Osmanlı arşiv vesikalarını kullanıyor; fakat birtakım fantastik teorileri var. Makaleyi beğenmedim ve bir tenkit yazısı yazdım, uzun bir makaleydi: ‘’Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve İnkişafı Üzerinde Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti üzerine bir tetkik münasebetile’’ (Belleten, XV, 1951, 629–690). Sosyal ve ekonomik tarihimiz üzerinde yazdığım ilk önemli makalelerimden biri sayarım. Makalemde özellikle İngiliz ‘’Calendar’’ kaynaklarını, arşiv vesikalarını, Braudel’i kullandım.”
İlber Ortaylı ise, Annales Okulu’nun ve Annales’den de önce Avrupa’daki sosyal tarihçiliğin Türkiye’deki tarih yazımına etkide bulunuşu için daha erken dönemleri işaret eder.
İlber Ortaylı, “O(Pirenne) birinci sınıf bir Ortaçağ filologu, belge uzmanı (paleograf ve diplomatist) olma gibi nitelikler yanında bir sosyologdur ve tarihe bütüncül açıdan da bakmayı bilmektedir. Binlerce sayfa yazan son tarihçilerdendir. Bu özellikler bize Türkiye’de Fuad Köprülü’yü anımsatır. Gerçekten 1920’lerden 1940’lara kadar Köprülü okuluna mensup tarihçiler H. Pirenne ve Fransız Annales Okulu tarihçilerini daha üniversite sıralarında iken okumuşlardır. Hatta Köprülü’nün Pirenne ve Annales Okulu tarihçilerinin okunması için öğrencilerini ikinci yılsonunda Fransızca sınava sokturduğu biliniyor. Dolayısıyla Pirenne ve izleyicisi Avrupa tarihi yazarları, bizim ülkemizde çok önceden bilinmekteydiler ve bizdeki modern tarihçiliğin başlangıcından bugüne oluşumunda payı olan tarihçileri bilmekte bu yönden de büyük yarar vardır.”
İlginizi Çekebilir: Batı Felsefesi Tarihi Nedir?
İçerik hizmetlerimiz için iletişime geç!. Gençliğin gücüyle firmalara değer katma arzusuyla..