Gençlere değer katacak içeriklere Google Haberler'den abone olmak ister misiniz?.Google Haberlere Abone Ol. Gençliğe değer katma arzusuyla..
Psikoloji ilk çağlardan beri insanlığın ilgisini farklı şekillerde çekmiştir. Davranış ve zihinsel süreçlerin beraber incelenmesi olarak tanımlanan bu alan, insanları dolayısıyla da toplumları anlama ve yönetmede bir numaralı yardımcı konumundadır. Psikolojinin incelenmesi ve insan zihninin işleyişine duyulan ilgi Mısır, İran, Yunanistan, Çin ve Hindistan’ın eski uygarlıklarına dayanmaktadır. Gelin Kırık cam teorisini birlikte inceleyelim.
Psikoloji, sosyoloji, fizyoloji, antropoloji gibi bilimlerle iç içe bir bilim olarak bilinmektedir ve çeşitli alanlarla sınırlıdır. Davranış ve zihinsel süreçlerin beraber incelenmesi olarak bilinen psikoloji, tarihsel anlamda eski yunanlara kadar uzanmaktadır. Ayrıca zihin bilimleri üzerine yüksek düzeyde bir çalışma, Hindistan’ın yoga uygulamalarının bir parçası olarak belirli ilkelerin bir uygulaması olan Sanatana Dharm’ın Vedik yazılarında bulunabilir.
Psikoloji önceki dönemlerde tek başına bir bilim olarak kabul edilmiyor felsefenin bir alt dalı olarak kabul görüyordu. Bağımsız bir bilimsel disiplin olarak kabul edilmesi 1870 yılında gerçekleşmişti. Wilhelm Wundt adındaki bir kişi kendini psikolog olarak tanımlayan ilk insan olmuştu. Wilhelm Wundt’un sadece Almanya’daki psikolojik araştırmalara adanmış olan ilk laboratuvarın 1879’da Leipzig Almanya’da başladı.
Zaman ilerledikçe hem daha kolay incelenebilmesi hem de açıklanması için psikoloji çeşitli alt dallara ayrıldı. Bu alt dallardan bazıları klinik psikoloji, eğitim psikolojisi, gelişim psikolojisi, psikanaliz, anormal psikoloji, travma psikolojisi ve kitlelerin psikolojisidir. Psikolojinin alt dallarından birini daha detaylı inceleyecek olursak bunların en bilindiklerinden olan, kurucusu Freud’dan da tanıyabileceğiniz gibi psikanalizdir. Psikanaliz, hasta ile psikanalist arasında gerçekleşen diyalog yoluyla psikopatolojik vakaları tedavi etmekte kullanılan tedavi yöntemidir. Hastalarının zihinsel süreçlerinin bilinç dışı unsurlarla olan bağıntılarını ortaya çıkarmaya ve bu yolla hastalarını tedavi etmeye çalışır.
Freud, cinselliği yeniden tanımalarken çocukluk süreçlerini de buna dahil etmiş ve “oidipus kompleksi” kavramını Psikanalitik’in merkezine yerleştirmiştir. Bilinçaltına, bastırılmış duygulara ulaşma yöntemi olarak rüyalardan yararlanan Freud, özellikle bu konu hakkında çokça inceleme yapmış ve eserler kaleme almıştır. Rüyaları temel aldığı teorisinde id, ego, süperego gibi kavramları içeren psişik bir yapı modeli ortaya koydu. Freud’un bu çalışmaları batı felsefesi ve popüler kültür üzerinde derin etkiler yaratmıştır.
Özellikle günümüzde birçok kişinin ilgi duymaya başladığı psikoloji biliminin toplum ve kitle psikolojisi isimli alt dalı, geçmişten günümüze kadar çeşitli deneylerle de açıklanmaya çalışılarak yoğun bir ilgi görmüştür. Kitle psikolojisini açıklamadan önce kısaca öncülerinden birkaçını da dahil etmek gerekirse bununla ilgili verilecek ilk isim Gustave Le Bon olup bu ismi alman psikoloji ekolünün öncülerinden, Psikanalitik kurucusu Freud,Gabriel Tarde ve ingiliz psikolog William Mc Dougall takip eder. Bu yazarlar toplumsal bir olay çerçevesinde gelişen kitle hareketlerinin nedenlerini ve psikolojilerini incelemişlerdir.
Kitle psikolojisinin oluşmasındaki en önemli etkenleri ise ”ortak bilinç” ve “ortak ruh” etrafında gelişen nedenler olarak tanımlamışlardır. Akımın asıl öncüsü olan Gustave Le Bon aslında tıp eğitimi almasına rağmen sosyal bilimlere yönelmeyi tercih etmiştir. Kendisine bu alanda asıl ün kazandıran şey ise 1895 yılında yayınladığı “kitleler psikolojisi” adlı eserini yayınlamasadır. Devrimlerden ve özellikle Fransız devriminden nefret eden Le Bon, her türlü topluluğun olduğu gibi temsil işlevi gören meclislerin de kitle psikolojisini yansıtan bir kalabalık olarak görüyordu.
Le Bon’a göre kişinin zeka seviyesiyle doğru orantılı kararlar verememesinin sebebini “yığın psikolojisi” oluşturuyor ve bu psikoloji sendikaların, meclislerin, siyasi partilerin çalışma düzenlerine egemen olarak batı uygarlığının çöküşünü hazırlamaktaydı. Bu düzeni yıkmanın ve tersine çevirmenin tek çaresi Le Bon’a göre seçkinlerin inandıkları şeyi taviz vermeden sonuna kadar savunmaları ve uygulamalarıydı. Tabii bu düşünceleri kitlelere kabul ettirmek daha zor bir iş olduğundan bunun çözümünü de bu düşünceleri onların onaylarına sunarak değil, bunun onların kendi yararlarına olduğunu sürekli hatırlatarak, onlara içselleştirmekten geçtiğini savunmuştur. Başlıca eserleri “kitle psikolojisi”, “güçlerin evrimi”, “sosyalizmin psikolojisi”, “devrim psikolojisi” olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye’de Psikoloji
Türkiye’de psikolojinin ne zamanlarda ve nasıl geliştiğine değinecek olursak bu anlamda psikolojinin tarihini on beşinci yüzyılda Sultan 2.Mehmed döneminde kurulan akıl hastanesine dayandırabiliriz. O dönemlerde tıp biliminin yeterince gelişmemiş olması nedeniyle tedavi yöntemi olarak spor ve müzik kullanılıyordu. Sonrasında akıl hastalığının da diğer hastalıklar gibi olduğu düşünüldüğünden bu hastalığı da spor ve müzik yoluyla tedavi etmeye çalışmışlardı. Bugünkü anlamda , modern psikoloji olarak da tanımlayabileceğimiz psikoloji çalışmalarına başlanması ise 1915 yılında, İstanbul Üniversitesi’ni yenileştirme planı amacıyla Almanya’dan davet edilen çeşitli profesörlerin eğitim vermeye başlaması ile birlikte oluşmuştur. Profesör Anschütz, İstanbul Üniversitesi’nde kurulan psikoloji bölümünün başına getirilerek tıpkı kendi ülkesi olan Almanya’da da olduğu gibi deneysel bir bilim olarak ele alınılması sağlanmıştır. Bu gelişmelerin yaşandığı yıl alanında ilk olarak tabir edilen çocuk psikolojisi üzerine bir kitap yayınlanmış ve ayrıca Binet-Simon Zeka Testi türkçeye çevrilmiştir.
Bunun gibi güzel gelişmelerin olduğu dönemde maalesef ki birinci dünya savaşının çıkması ve bunun sonucunda İstanbul’un işgal edilmesi üzerine İstanbul Üniversitesi’nde bulunan profesörler ülkelerine geri döndüler. Sonrasında boş kalan psikoloji kürsüsüne eğitimini Jean Jacques Rousseau Enstitüsü’nde tamamlamış olan Şekip Tunç getirilerek bu kürsünün yine saygın ve alanında yetkili kişiler tarafından temsil edilmesi sağlanmıştır. Türkiye’de psikolog tanımı ve eğitimi anlamında ise genel ve uzmanlığa ilişkin standartlar 1978’den itibaren tartışılmaya başlanmıştır.Bu tanım oluşturulmaya çalışılırken çeşitli sorunlarla karşılaşılmıştır. Bu sorunlardan en bilindiği ve en başta geleni diğer ülkelerde de olduğu gibi meslekler arası tanım çatışması ve rekabetten oluşur.
Psikologlar, psikiyatristler, eğitimciler, psikolojik danışma ve rehberlik hizmetlerini yürütenler arasında genel ve uzmanlık standartlarına ilişkin mesleki tanım sorunları mevcuttur. Konuşulan sorunlar 1978’den itibaren Türkiye’deki psikoloji mesleği açısından tartışılmaya başlanmıştır.
Kırık Cam Teorisi
Kırık cam teorisi, ilk olarak ABD’li psikolog Philip Zimbardo’nun 1969’da yapmış olduğu bir deneyden geliştirilmiştir. Philip Zimbardo suç ve suç eğilimleri üzerine yıllardır çalışmakta olan bir psikologdur. Günlük hayatta birçoğumuzun karşılaştığı ve görüştüğü sıradan diye tabir edilebilecek insanların bile nasıl azılı katillere dönüşebildiğine birçok kez şahit olmuş ve bizi de bu konuda bilgilendirmeye çalışan bir kişi. Bunları incelerken özellikle çevrenin insanı ne denli etkilediğini ve nasıl bir suçlu yaratabileceğini detaylı bir şekilde gözler önüne seriyor. Aslında Zimbardo’nun birçok önemli başka araştırmaları olsa da bunlardan en çok ilgi çeken ve yankı oluşturanı şüphesiz ki “kırık cam teorisidir”.
Bu deneye göre her şeyin başlangıcını bir kırık cam belirliyor.. Evet her şeyin. Birine bir kez taviz verdiğinizde devamının gelmekte olduğunu, size yanlış yapan bir kişiye müdahale etmediğiniz takdirde diğer kişilerin de size yanlış davranışlar sergilemekten çekinmediğini belki kendinizde belki çevrenizde fark etmiş olabilirsiniz. Kendi hayatınızın da bir sokağın da adeta bir suç bölgesine dönüşmesini tek bir kırık cam belirliyor.
Çevreden tepki gelmez ve cam hemen tamir edilmezse o bölgeden geçenler orada düzeni sağlayan herhangi bir otorite olmadığını düşünerek diğer camları da kendileri kırmaktan çekinmiyor. Aynı zamanda o dönemlerde birçok çete ve düzensizlikle boğuşan New York, bu kötü gidişatı düzeltmek amacıyla bir yöntem denemeye karar veriyor ve belediye başkanı Rudolph Giuliani, kırık cam teorisinden ilham aldığını belirterek her yeri bu teoriye göre dizayn etmeye çalışıyor. “Metruk bir bina düşünün, binanın camlarından biri bile kırık olsa eğer hemen tamir ettirmezseniz yoldan geçen herkes bir taş atarak binanın tüm camlarını kırmaya başlar.
Bir elektrik direğinin dibine ya da önüne biri çöp bıraksın mesela, en kısa zamanda o çöpü ordan kaldırmazsanız herkes çöpünü oraya bırakır ve kısa zamanda çöplük haline dönüşür o bölge. İlk çöp torbasını hemen kaldırttım..” İşte bu şekilde sağlamaya çalıştığı düzen kırık cam teorisinden ilham almasıyla başarıya ulaşmış ve New York çetelerden çok daha arınmış temiz bir yer halini almıştır. Aslında kırık cam teorisi iş yaşamından özel hayata kadar birçok alanda ilham kaynağı olabilecek bir deney çalışmasıdır.
İlginizi Çekebilir: Psikolojide Ayrılık Acısı Nedir?
İçerik hizmetlerimiz için iletişime geç!. Gençliğin gücüyle firmalara değer katma arzusuyla..